13 Ağustos 2012 Pazartesi

Olması Gereken ve Olan

Şimdi düşünüyorum da hayatımın en boş geçmesi gereken ama buna rağmen en dolu geçen senesiydi. Çok severek çıktığım ve sonu hiç de iyi bitmeyen eski sevgilimin geri dönmesiyle başladı, ilişkimiz beklendiği gibi uzun sürmeden bitti. Ardından 1 seneden uzun bir süre flört ettiğim sonra belli nedenlerden ötürü küsüp konuşmadığım çocukla barışıp ani bir kararla çıkmaya başladık. Ve çok geçmeden sevgimizin, 'hayatımızın en önemli senesini' etkilememesi için ara vermeye karar verdik. Ara vermek ya. Hayatımda ara vermek kadar saçma bir şeye daha tanık olmadım henüz. Doğru düzgün konuşmak yok, başkasıyla flört etmek yok, arada bir telefonlaşma ya da mesajlaşma, sahiplenmekle sahiplenmemek arasında ya da sahiplenilmekle sahiplenilmemek arasında gidip gelmek, belirsizlik, laf sokma çabaları ve buna rağmen çok özlemek... Başlarda sadece çok özlüyorsun; o saatlerce süren telefon görüşmelerinizi, günün her dakikası onunla mesajlaşmayı ya da sabah uyandığında ondan gelen onlarca şebek mesajları görmeyi... Sonra ara vermenizin amacını kavrıyorsun: seneyi verimli geçirmek. Ve ister istemez uzaklaşıyorsun. İşte ne oluyorsa o zaman oluyor. Birbirinden sadece twitterda ya da facebookta paylaştığı fotoğraflar sayesinde haber almaya başlıyorsun, bikaç kişiyle konuşmalarını görüp kendi kendine senaryolar uyduruyorsun. Sonra ona sinirlenip kendi kendine küsüyor, kendini iyice ondan uzaklaştırıyorsun. En azından ben öyle yaptım. Tam da o sırada karşıma çıkan bir başka çocukla konuşmaya başladım. Başlarda pek ciddiye almıyordum ama birden ben bile ne olduğunu anlamadan kendimi onunla çıkarken buldum. Ve o seneye kadar hayatımın aşkından almayı beklediğim ilk öpücüğümü, gittim sonradan şerefsizin teki olduğunu öğreneceğim bu anguttan aldım.

Not: Detaylar çok yakında.

Çaresizlik mi demeli?

Hiç çok sevdiğiniz ve gerçekten çok sevildiğinizi bildiğiniz halde bir şeylerin ters gittiğini daha doğrusu gidemediğini hissettiniz mi? Bir ilişkide sevgiden daha fazlasının gerektiğini içiniz yana yana anladınız mı? Onunla en lüzumsuz detaya kadar her şeyi paylaşmak isteyip paylaşamadığınız zamanlar oldu mu? Ben bunları yaşadım işte. Ona her şeyi anlatmak istedim, beni ağlarken, kızgınken, mutluyken, küfür ederken, en savunmasız anımda ya da şebeklikler yaparken görsün ve tüm bunlara rağmen beni sevsin istedim. Ve korktum; o hallerimi görürse beni sevmez ve benimle olmaktan vazgeçer diye korktum. Sonra da eğer beni tam anlamıyla tanımıyorsa beni nasıl sevebilir diye düşündüm. Sanki 'deli gibi sevdiği' kişi ben değil de sadece dışarı yansıttığım ben gibi geldi, üzüldüm. Belki kıskandım. Kulağa pek de mantıklı gelmiyor değil mi? Ama ben zaten mantık aramıyorum artık düşüncelerimde, söylediklerimde. Eğer aşıksan, bir süre sonra her şey değişiyor; mantıklı düşünemiyor, doğru kararlar veremiyorsun. Ve ben o durumda verebileceğim belki de en doğru kararı verip ona kendimi anlatmaya karar verdim. Kendi duygularına güveniyorsan ve onun da duygularından eminsen konuşmalısın bence, konuşabilmelisin. Çünkü eğer kendine geleceğinden ne beklediğini sorduğunda verdiğin her cevabın içinde 'O' varsa, sadece onunla bir gelecek düşünebiliyorsan kalbini sonuna kadar ona açmalısın. Bütün hayallerini, umutlarını ve sevgini gerçek seni sevmeyecek biri için kaybetmeye değmez çünkü. Onun için evet, kesinlikle eminim; doğru olan bu ve onunla konuşmalıyım.

10 Ağustos 2012 Cuma

Zaman


Çok değil daha birkaç hafta öncesine kadar sana baktığımda ayaklarımın altından yerin kayıp gittiğini hissediyordum. Şimdi ise yine sana bakıyorum ve ellerimin arasından kayıp gittiğini hissediyorum. Değişik bir şey bu, garip bir duygu. Sanki birisi eline bıçağını almış karnımı deşiyormuş gibi. Genelde böyle durumlarda hep kalbin acı çektiğini söylerler. Ama ne bileyim bana sanki kalbimdeki o acı, karnımdaki sızlamanın yakınından bile geçemez gibi geliyor, öyle düşünüyorum en azından. Ya da seni hiç unutamayacağımı. Gerçi hep benimle kalacağını da düşünüyordum da noldu Allah aşkına? Yine de gidiyorsun değil mi? Onca geçirilen zamana, söylenen onca şeye, verilen onca sözlere rağmen ellerimin arasından kayıp gidiyorsun. Karşımda, gözlerimin içine bakamadan, tek bir kelime bile edemeden öylece duruyorsun; tek bir kelime bile edemiyorum. Öylece duruyoruz. Ve sen gidiyorsun işte. Gitme...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Dikkat, bu bir merhaba yazısıdır.



Hiç kimse mükemmel değildir. En yakınımızdakilerin bile sevmediğimiz yanları vardır ama bunlardan diğer yakınlarımıza bahsedersek iki yüzlü güvenilmez pisliğin teki oluruz. Onun için içinden geçenleri yazmak en güzeli, buraya ya da başka bir yere. Ha günün birinde o malum kişiler bu yazdıklarımı okuyup bana hesap sorarlarsa şu koskoca dünyada yapayalnız kalmakla karşı karşıya gelebilirim. Yalnızlığa dayanamadığım için öyle bir şey olursa sıçtığımın resmidir. Neyse ya, onu o zaman düşünürüm. Şimdi, hadi başlayalım.

                                                                                 narkırmızı